Dünya
literatürlerine girmiş önemli bir sanat tarihçisidir Gönül Öney. Ayrıca, dekanlık, rektör yardımcılığı ve
üniversiteler arası kurul üyeliği görevlerinde bulunarak uzun süre Ege
Üniversitesi’ne hizmet etmiş bir yöneticidir. Daha da önemlisi öğrencilerinin
ve çalışanlarının hep sevgisini kazanmış özel bir insandır.
O
bir bilim insanı, bir yazar, bir öğretmen, bir yönetici… Ancak hepsinden
önemlisi o bir kadın ve annedir. Hem de kadınların sürekli arka planda kaldığı
bir dönemde öne çıkan ve tüm bu meziyetlere sahip olabilmeyi başaran özel bir
kadın. Onunla daha önce yaptığımız söyleşimizde bizlere, ülkemizde sanat
tarihine verilen önemden ve Rahmi H. Ünal ile birlikte bu günlere getirdikleri
EÜ Sanat Tarihi Bölümü’nün kuruluş aşamasından ve sonrasında çekilen
sıkıntılardan bahsetmişti. Bu röportajımızda ise kendisinin kadın ve sanat
hakkındaki değerli düşüncelerini sizlerle paylaşmak istedik.
Hakan Gündüz: Hocam, biz sanat tarihçileri sizi
eserlerinizle, araştırmalarınızla ve yöneticiliklerinizle çok iyi tanıyoruz;
ancak sizi daha yakından tanıyabilmek için şunu sormak istiyorum: Bu kadar
başarılı bir kadın olmanızda kişisel ve çevresel faktörler nelerdi, bunda
Katharina Otto-Dorn gibi önemli bir kadın bilim insanın öğrencisi olmanın
etkisi varmıydı? Bize biraz o yıllardan bahseder misiniz?
Gönül Öney: Otto-Dorn Ankara
Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Bölümü’nde ilk sanat tarihi kürsüsünü kuran
profesördür. O zaman Ankara’da sadece İlahiyat Fakültesi’nde Suut Kemal Yetkin
tarafından sanat tarihi dersleri verilmekteydi.
Sanat tarihinin bir bölüm olabilmesi için ilk adım Otto-Dorn tarafından
atıldı. Tabii, Otto-Dorn bize Türk Sanatı’nın kapılarını açan kişi oldu. Onunla
bütün Anadolu’yu dolaşarak doğudan batıya, en ücra köşelere kadar Selçuklu
eserlerini, Osmanlı eserlerini ve Beylikler Dönemi eserlerini tanıdık.
Otto-Dorn’un çevresi ve onun kütüphanesiyle birlikte var olduk biz ilk kuşak
sanat tarihçileri.
H.G: Otto-Dorn sizin ve birçok önemli sanat tarihçinin meslek
hayatınızda önemli bir yere sahip bir kişi sanırım.
G.Ö: Otto-Dorn bize her
şeyden önemlisi bir sistem kazandırdı. Tabii ki Türk Sanatı’nı her bölümüyle,
her ayrıntısıyla dört yıllık bir eğitim hayatında görmek tanımak mümkün
değildir ama dediğim gibi Otto-Dorn çalışma konusunda bize doğru bir sistem
kazandırdı. Bir esere nasıl bakılması, bu eserin nasıl araştırılması, neyi ön
plana almamız gerektiğini, akademik bir bilinç kazandırarak bizlere o öğretti.
Ben Otto-Dorn’un Almanca bilen tek öğrencisiydim ve aynı zamanda derslerini
tercüme ediyordum. O bakımdan onun dili gibi olmuştum. İnsan onun
konferanslarını derslerini çevirirken adeta beyni gibi oluyor. Hatta bazen bu
dersleri ben veriyormuşum gibi hissediyordum. Tabii, bu bana hocalık ve
öğrenciye yaklaşım konularında çok önemli bir tecrübe ve alışkanlık kazandırdı.
Her ne kadar her çeviriden, her dersten önce heyecandan şiddetli karın ağrıları
çeksem de, ağrıların üstesinden çabuk gelmeyi öğrendim. Daha sonra Otto-Dorn
ile birlikte yurtdışı seyahatlerine başladık. Mesela Suriye’ye birlikte gittik.
O dönemde Suriye hiç incelenmiyordu, araştırılmıyordu. Halbuki, Türk Sanatı’nın
genelini anlamak için Suriye’yi, İran’ı, Mısır’ı, Orta Asya’yı ve Kuzey
Afrika’yı bilmek, yani tüm medeniyeti kökleriyle bilmek gerekirdi. İşte o tüm
Emevi saraylarına beraber gittik, gezdik, araştırdık. İran’da Otto-Dorn ile
birlikte iki projeye katıldım. Bütün İlhanlı ve Selçuklu türbelerini, doğudan
batıya incelemek üzere iki yaz çalıştık. Alman Arkeoloji Enstitüsü’nde misafir
olduk. Selçuklu Sanatı’nın tüm evrelerini tanımak adına bu çok önemliydi.
Otto-Dorn olmasaydı bana öyle bir kapı açılamazdı ve o çevrelere o kadar
kolaylıkla giremezdim. Yine o dönemde ben taze bir asistanken İlk Uluslararası
Türk Sanatı Kongreleri’ne katıldım. İlk olarak 1959 yılında Ankara’da yapılan
kongreye dinleyici olarak katıldım ve bildirileri izleme şansı elde ettim. Daha
sonra Oxford’taki Uluslararası Türk Sanatı Kongresi’ne bildiriyle katıldım ve
bu kongrenin Uluslararası daimi üyeliği ve Ulasal üyeliğini yaptım.
Katharina Otto-Dorn
H.G: Anladığım kadarıyla Otto-Dorn’un çevresi dünya çapında
çalışmalar ve araştırmalar yapmanızda ve bu çevrelerde tanınmanızda da etkili
oldu.
G.Ö: Elbette, bu Otto-Dorn’un
uluslararası çevresi sayesinde oldu. Fransa, Almanya, Belçika, Hollanda, İtalya
ve özellikle Londra müzelerinde çalışma şansım oldu. Sonra Otto-Dorn
Türkiye’den ayrılarak, yeni bir İslam ve Türk Sanatı Bölümü kurmak üzere Los
Angeles Üniversitesi’ne gitti. O gittikten sonra ben çalışmalarıma aynı şekilde
Japonya’da Mısır’da Pakistan’da Hindistan’da ve hatta Sovyetler Birliği’nde
devam ederek o dışa açılımı sürdürdüm. Ve yine Otto-Dorn’un davetiyle
Amerika’ya gittim ve orada bir konferans verdim. Sonra Halil İnalcık’ın
davetiyle Chicago’ya gittim. O da Washington ve Chicago müzelerini tanımama
vesile oldu. Daha sonra başka davetler de oldu.
Bir
de şunu unutmayalım ki, o dönemde Türkiye’de sanat tarihiyle ilgili Türk Tarih
Kurumu’nda bile çok az yayın vardı. Otto-Dorn’un geniş bir kütüphanesi, büyük
bir arşivi vardı ve ben ondan yararlanabiliyordum. Onun yönlendirmeleriyle ben
kütüphanemi genişletebildim.
Rahmi H.Ünal ile Birlikte
H.G: Bildiğimiz kadarıyla Türk Sanatı açısından büyük bir
öneme sahip Kubad Abad Kazısı’na da Rüçhan ve Oluş Arık hocalarımızla birlikte
katıldınız.
G.Ö: Oluş Arık benim sınıf
arkadaşımdı; biz onunla birlikte doktora yaptık ve aynı gün doçent olduk, bütün
Anadolu’yu birlikte dolaştık ve Kubad Abad kazısına da birlikte katıldık. Bana
göre; Kubad Abad kazısı en önemli Türk kazısıydı. Ben orada iki yıl çalıştıktan
sonra İzmir’e geçtim, fakat Oluş ve Rüçhan(Arık) birlikte yıllarca bu kazıya
devam ettiler.
Beyşehir Kubadabad Sarayı Çinilerinden Bir Örnek
H.G: Daha önce bölümümüzün tanıtım filmi için bu konu
hakkında uzun uzun konuşmuştuk hocam, şimdi de dergi okurlarımız için kısaca EÜ
Sanat Tarihi Bölümü’ne gelişinizden bahseder misiniz ?
G.Ö: Rahmi Bey(Rahmi Hüseyin
Ünal) 1980 yılında Ege Üniversitesi’nde Edebiyat Fakültesi’nde Sanat Tarihi
Bölümü’nü kurdu ve aynı yıl beni göreve davet etti. 1981 yılında ilk
öğrencilerimizi almaya başladık. Tabii, Rahmi Bey’in de Fransa Sorbonne’da
doktora yapması ve Surdell’in öğrencisi olması ona da bir yurt dışı deneyimi ve
tecrübesi getirmişti. Ben de İzmir’e gelmeden önce Berlin’deydim ve bu bölüme
başlarken oradan büyük bir kitap bağışı aldım. Bunun yanında fotoğraf
laboratuarımızın her türlü ekipmanını oradan temin ettim. O yıllarda bunlar
Türkiye’de kolay kolay bulunmuyordu, bu yüzden çok önemliydi. O bakımdan EÜ Sanat Tarihi Bölümü biraz
şanslı doğdu. Hem Rahmi Bey’in arşivinden hem benim arşivimden orijinal
malzemelerle ders vermeye başladık. Sonra Rahmi Bey, bunu öğrencilerle yaptığı
sistematik Anadolu gezileriyle geliştirdi. Bende aynı şekilde Japonya, Avrupa,
Amerika, Kuzey Irak, İspanya, Yunanistan gibi yurt dışı gezilerimle bunu
destekledim.O zamanda müze gezilerini
almak çok zordu ve biz hakikaten ciddi temaslarımızla bunları sağlayabildik.
Bir de şu var ki: o dönem de iyi fotoğrafçı olmak zorundaydık. Gezdiğimiz,
araştırdığımız tüm eserleri fotoğrafladık. Şuna da belirtmem gerekirki biz hiç
bir slaytı evimizde bulundurmadık. Hakikaten bugün Sanat Tarihi arşivine girdiğimde
benim 30-40 yıl önce çektiğim fotoğrafların hala durduğunu ve korunduğunu
görüyorum, çok mutlu oluyorum. Bunun için de, bunu sistematik bir şekilde
muhafaza eden bölümümüzün fotoğraf uzmanı Hasan Uçar’ımıza teşekkür ediyorum.
Anadolu Gezilerinden Bir Kare
H.G: Yeri gelmişken hocam, sanırım bu aralar sizin öğrenciniz
ve bizim de çok sevdiğimiz bir hocamız olan Sevinç(Sevinç Gök) hocamızın
hazırlamakta olduğu değerli bir eserle de ilgileniyorsunuz.
G.Ö: Evet gerçekten çok
önemli bir eser hazırlıyor hocanız. Pera Müzesi’nde bulunan 500 adet Türk-İslam
seramiğini inceliyor ve bunu bir kitap haline getiriyor.Ben de bu eserini takip
ediyorum. Çünkü onu kızım gibi seviyorum ve onun yetişmesine katkıda bulunduğum
için büyük gurur duyuyorum.
Doç Dr. Sevinç Gök Agora Kazı Alanı
H.G: Bilindiği gibi tüm dünya bir modernleşme süreci
yaşamaktadır. Bu süreç düşünsel, kültürel, ekonomik, sosyal ve siyasal ortam
gibi neredeyse her alanda mevcut yapının değişmesine neden olmuştur. Bu anlamda
Türkiye’nin modernleşmesinde sizce kadının konumu ve etkisi nedir?
G.Ö: Çok geniş bir soru. Türk
kadını bir çok alanda öne çıkmış durumda. Özellikle Cumhuriyet Dönemi’nde,
kadına önem verilmesiyle birlikte her alanda kadın sanatçılar yetişmeye
başladı. O Harika Çocuklar Projesi ile Suna Kan, İdil Biret ve onları izleyen
birçokları gibi müzik alanında çok çok başarılı gençler yetişti ve onların
devamı hala gelmekte. Kemanda, piyanoda, balede de öyle. Hiç yoktan bir bale
gelişti. Sadece klasik balede değil modern balede de öyle. Kardeşim Duygu
Aykal’da da olduğu gibi, birçok yeni gelişmeler oldu, kareografiler yapıldı.
Resim alanında sayamayacağımız kadar çok başarılı kadın var. Seramikte de öyle.
Seramik alanında İzmir’de bildiğimiz tanıdığımız üniversiteden yetişen
seramikçi başarılı kadınlarımız var ki; bence erkeklerden çok onların adı duyulmakta.
Sadece küçük eserlerinde değil mimari süslemede de gayet özgün çeşitli eserler
ortaya koyuyorlar. Bununla birlikte çok sanat tarihçisi yetişti. Şöyle bir
geriye dönüp bakarsak, o kadar çok kadın sanat tarihçisi var ki, büyük baş
yapıtlarıyla, araştırmalarıyla isim yapmış birçok önemli ismin yanında genç
arkadaşlar da var. İki yılda bir Ortaçağ Kazıları Sempozyumu’na katılıyorum.
Genç arkadaşların arasında özellikle kızların başarısı beni çok etkiliyor.
Arkeoloji alanı da öyle. Halet Çambel gibi birbirinden başarılı arkeologlarımız
var. Bugün bakıyorsunuz ki birçok kazının başkanı kadın. Mesela Ege
Üniversitesi hocalarından Kadı Kalesi Kazısı Başkanı Zeynep Mercangöz, Klaros
Kazısı başkanı Nuran Şahin..Tomris Bakır Çanakkale’de kazıyordu. Yani birçok
alanda kadınlarımız gurur verici işler yapıyor. Hele opera dünyasını hiç
saymayayım. Biz hala ilk olarak Leyla Gencer’i çok anarız, hatırlarız ama o
kuşaktan birçok başarılı kadın var.
Prof. Dr. Zeynep Mercangöz Kadı Kalesi Kazı Alanı
H.G: Çatalhöyük ve Hacılar kazılarında görülen M.Ö. 8000-6500
yıllarına ait Ana Tanrıça figürlerine bakacak olursak, aslında Anadolu’da
kadına verilen önemin çok eskilere dayandığı anlaşılmaktadır. Daha sonraki
dönemlerde nedense kadına verilen önem azalmıştır. Ancak bahsettiğimiz ve ülkemizde de etkili olan modernleşme sürecinde
Anadolu kadını aktifleşmeye başlamıştır. Size şunu sormak istiyorum: Günümüze
bakacak olursak; ülkemizde kadınlara gereken önemin verildiğini ve kadınların
sanat, ekonomi, siyaset ve spor gibi alanlarda yeteri kadar etkin olduğunu
düşünüyor musunuz?
G.Ö: Kadının Anadolu
tarihinde, arkeolojik çağlardan sonra da mutlaka önemi vardı. Özellikle
Selçuklu dünyasında kadın çok önemli bir yere sahipti. Selçuklu sarayında kadın
çok önemliydi ve bu gelenek Göktürklere kadar uzanıyordu. Tabii ki Türkiye’de kadınlar,
özellikle iş hayatında, üniversitelerde ve eğitim dünyasında çok çok aktifler.
Dikkat ederseniz Anadolu’nun en ücra köşelerinde gidip öğretmenlik
yapıyorlar. Akademisyen bakımından bir
kıyaslama yapacak olursak; Avrupa ve Amerika’nın önünde olduğumuz söylenebilir.
Bizde çok daha fazla akademisyen kadın var.
Kadının siyaset dünyasında da daha fazla rol almasını isterim. Kadın
milletvekilleri ve kadın bakanlar kıyaslandığında maalesef aynı şeyi
söyleyemeyiz. Eğer kadınlar siyasette biraz daha etkin olsaydı belkide bu kavga, çekişme ve
savaş ortamlarından daha hızlı çıkabilirdik. Ancak yine de, artık yavaş yavaş
kadın kaymakamlarımız, belediye başkanlarımız ve valilerimiz de olmaktadır. Bu iyi bir gelişme.
Lüster Teknikli ve Bağdaş Kurmuş Kadın Motifli Çini Seramik
H.G: Son olarak hocam, siz hem bir aydın, hem bir sanat
tarihçisi, hem de bir kadın olarak bizlere, doğru düşünen iyi yetişen bir nesil
olabilmemiz için ne gibi tavsiyelerde bulunabilirsiniz?
G.Ö: Başarının sırrı sevdiğin
işi yapmaktan geçer. Bir işe gönül vererek kalpten yaptığınız sürece size tüm
kapılar açılacak ve başarılı olacaksınızdır. İstemek her şeyin ilk koşuludur.
Üniversiteden mezun olmakla sanat tarihinin çok küçük bir bölümünü
öğreniyorsunuz ve daha sonra bu bilgi birikiminiz büyüyor büyüyor ve kocaman
bir okyanus oluyor. Bu yüzden ne ben ne diğer meslektaşlarım her şeyi
bilemeyiz. Bütün sanat tarihini düşünürsek çok azını biliyoruz. Ama bir sezgimiz, sistemimiz, bakmak, görmek
derlemek, değerlendirmek yetimiz var. Bir de çok görmek, çok karşılaştırmak,
zamanla insanda süzme bal gibi bir şeyler oluşturuyor. Hiç farkında olmadan bir
şeye bakarken değerlendirme yapabiliyorsunuz. Bu nedenle çok görmeli, çok
araştırmalı ve çok karşılaştırmalısınız. Sizleri böyle güzel işler yaparken
görünce çok mutlu oluyorum ve hepinize
başarılar diliyorum.
Gönül Öney Kimdir?
Gönül Öney 1933 yılında
Berlin’de doğmuştur. 1955 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi’nden mezun olmuş, 1957 yılında aynı üniversitede asistan olarak
çalışmaya başlamıştır. 1961 yılında Sanat Tarihi dalında doktorasını
tamamlamış; 1967 yılında da doçent ünvanı almıştır. 1972-81 yıllarında Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nde profesör
olarak görev yapmıştır. 1981 yılında Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat
Tarihi Bölümü’ne atanmıştır. 1982-92 yıllarında bu fakültenin dekanlık ve
senato üyeliği görevlerini üstlenmiştir. 1992-2000 yıllarında Ege Üniversitesi
Rektör Yardımcısı ve Üniversiteler Arası Kurul Üyesi olarak hizmet vermiştir.
Bu tarihten sonra emekli olan Gönül Öney bilimsel çalışmalarına aralıksız devam
etmiştir. Onlarca kitaba ve sayısız makalelere imza atan Öney, dünya literatürlerinde önemli ve saygın bir bilim insanıdır. 1965-66
yıllarında Konya Beyşehir Gölü kıyısında bulunan Kubad Abad Sarayı kazılarına
katılmış ve burada bulunan çinileri inceleyip; sonrasında yaptığı araştırmalar
ve yayınlarla Çini Sanatı’nın duayenlerinden biri olmuştur. Çini ve Ahşap
Sanatı’nın en önemli araştırmacılarından biri olarak kabul edilen Öney 1968-79
yıllarında da Adıyaman Samsat Höyüğü kazılarına katılmıştır. Türk-İslam Sanatı
üzerine dünya çapında birçok esere imza atan Öney’in Amerika, İngiltere,
İsviçre, Japonya ve Türkiye’de yayınlanan Türk Sanatı ile ilgili çeşitli kitap
ve makalelerinden bazıları: Anadolu Selçuk Mimarisinde Süsleme ve El Sanatları,
İslam Mimarisinde Çini, Beylikler Devri
Sanatı XIV.-XV. Yüzyıl, Akdenizle
Kucaklaşan Osmanlı Seramikleri ve Günümüze Ulaşan Yansımaları, Türk Çini
Sanatı’dır. Ayrıca Öney, 11
Akdeniz Ülkesinin katıldığı ‘Sınırlar
Ötesi Müze’ projesinde Türkiye temsilcisi olmuş ve yayınlanan ‘Erken Osmanlı Sanatı’ eseri 5 dilde
basılmıştır. Bunların dışında Sovyet Bilimler Akademisi, Almanya D.A.D. ve Amerika Fullbright bursu ile bu
ülkelerin müzelerinde önemli çalışmalar ve araştırmalar yapmıştır.
Eğitimciliği, araştırmacılığı
ve yazarlığının yanı sıra yöneticiliği ile de ön plana çıkan Gönül Öney, 10 yıl
Strazburg’ta Avrupa Konseyi Kültür Mirası Eğitim Komisyonu Üyeliği, Taşınmaz Tabiat ve Kültür Varlıkları Yüksek
Kurulu ve İzmir Bölge Kurulu Başkanlığı, Kültür Bakanlığı Yayın Komisyonu Üyeliği,
İzmir Büyükşehir Belediyesi Estetik Kurulu Üyeliği, Uluslararası Türk Sanatı
Kongresinin Uluslararası daimi ve Ulusal Üyeliği, UNESCO Milli Komisyonu
Üyeliği yapmış ve halen Türk- Amerikan Kültür Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi’dir.
Yurt İçinde ve yurt dışında
sayısız sempozyum, konferans, panel ve seminerlere katılan Gönül Öney anısına,
2002 yılında ‘’Uluslararası Sanat Tarihi Sempozyumu Gönül
Öney’e Armağan’’ adında bir
sempozyum düzenlenmiştir. Bunun dışında kendisine Alman Hükümeti Liyakat Nişanı
verilmiştir. Ege
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nde bulunan slayt arşivi
onun en çok önem verdiği ve özel bir yeri olan eserlerinden biridir.
Nüans Sanat Tarihi Dergisi/ 2. Sayısı Kadın ve Sanat, Ekim 2012 Hakan Gündüz
Hocam bu dergiye ulaşma imkanım var mı? Lisans tezimi Gönül hoca'nın biyografisini aldım da. Nasıl temin edebilirim.
YanıtlaSil